ARİF KESKİN
keskin_guney@hotmail.com
1979 İran Devrimi Başarılı Oldu mu?
23/12/2025 1979 İran Devrimi Başarılı Oldu mu? İran Devrimi, 45 yılı devirdi. Yarım asra yaklaşan devrim, pek çok açıdan analiz edildi. Bu "analiz" süreci, uzunca bir süre daha devam edecektir. 1979 İran Devrimi, İslam ile özdeşleşen bir ideoloji çerçevesinde kurtuluş arayışını benimsemiştir. Ancak bu ideolojinin günümüze kadar özgürlük, eşitlik ve adaleti tam anlamıyla gerçekleştiremediği, yönetimin kendisi tarafından bile kabul edilmektedir. Bu durum, toplumu çeşitli çıkmazlara ve krizlere sürüklemiş, toplumsal dönüşüm için gerekli olan ütopik umudun yavaş yavaş kaybolmasına neden olmuştur. İran Devrimi, 45 yılı devirdi. Yarım asra yaklaşan devrim, pek çok açıdan analiz edildi. Bu "analiz" süreci, uzunca bir süre daha devam edecektir. Devrim, iki yüzyıldır Batı karşısında yaşanan ezikliğe bir tepki olarak, toplumun kendi özüne dönüşünü temsil ediyordu. Toplumsal kurtuluşun Batı'dan alınan modellerle değil, öz kültürle mümkün olacağı savunuluyordu. Özgürlük, adalet ve ideal toplum düzeni, yerel değerlerle inşa edilebilirdi. Bu süreçte, o güne dek "engelleyici geleneğin" temsilcileri olarak görülen din adamları, mezhepsel ritüeller, kutsal mekânlar ve geleneksel yapıların devrim öncüleri olarak ortaya çıkması, tüm modernleşmeci ezberlerin bozulmasını sağladı. Toplumun devrime duyduğu güçlü inanç da buradan besleniyordu: Kurtuluş, dışarıda değil, içeride aranmalıydı. Toplumsal coşkunun derinliğinin kaynağı, öz değerleriyle cazibe merkezi olacak bir toplum inşa etme imkânının ortaya çıkmasıydı. İran Devrimi, özgürlük, adalet, eşitlik ve bağımsızlık arayışıyla birlikte bir tür arınma arayışıydı. Toplum, kendi imkânlarıyla irfan, özgürlük ve eşitlik çerçevesinde yeni bir maneviyat arayışında kendini yeniden yaratmayı hedefliyordu.
Devrimin Temel Hedefleri
Düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması da devrimin önemli hedefleri arasındaydı. Siyasi mahkûmların serbest bırakılması, hükümetin muhalifleri bastırmak için hapis ve ev hapsi gibi yöntemlere başvurmaması, cezaevlerinin ibret müzelerine ve eğitim merkezlerine dönüştürülmesi planlanan dönüşümler arasındaydı. Devrimin bir diğer önceliği, ekonomik olarak kendi kendine yetebilen, güçlü ve bölge ülkelerine örnek olabilecek, ekonomik adaleti önceleyen bağımsız bir İran yaratmaktı. Devrim, ekonomik eşitlik ve adalet talebiyle şekillenmişti. Toplumun tüm kesimlerinin yeteneklerini geliştirebileceği adil bir düzen kurmak ve bireyleri hem manevi hem de ekonomik kalkınmaya teşvik etmek, devrimin öncelikli hedefleri arasındaydı. Zulmün ortadan kaldırılması ve toplumsal adaletin sağlanması bu sürecin merkezinde yer aldı. Aynı zamanda, İran'ın dış ilişkilerde bağımsızlığını koruyarak büyük güçlerin iç işlerine müdahalesini önlemek, ülke yöneticilerinin dış baskılarla belirlenmesine engel olmak da devrimin temel hedeflerindendi. Böylece, ulusal egemenliğin korunması ve dış müdahalelere karşı direnç gösterilmesi amaçlandı.
Devrimin Ontolojik Çelişkisi
Özgürlük, adalet ve demokrasi söylemlerine rağmen devrimci spektrum içindeki güçlerin çoğu ideolojik olarak demokrat değildi. Radikal söylemler ve eylemler devrime hâkimdi; ılımlı olmak, hainlik ve emperyalist ajanlık olarak görülüyordu. Devrimden hemen sonra, "Devrim bitti, şimdi sıra kuruculukta" diyen siyasi grup ve şahsiyetler tasfiye edildi. Şiddetin tüm biçimleri egemen kılındı ve tüm gruplar bu şiddetin savunucuları ve icracıları oldu. "Bizden olmayan hain ve emperyalist uşağı" yaftası, herkesin mottosu haline geldi. Devrimin ilk yıllarında, radikalliğin egemen olduğu ortam nedeniyle, devrimin iddia ettiği hedefleri gerçekleştirme potansiyeline sahip olamadığı fark edilmedi. Radikalizm, ideolojik ve politik grupların demokrasi karşıtı yapısı ve devrime karşı uluslararası konjonktür, yıkıcı radikalliği egemen kıldı. Yıkıcı radikallik, devrimcilik olarak görülüyor ve teşvik ediliyordu. Devrimin çelişkisi burada yatıyordu; Şah devrildi ama devrim kendi amaçlarını da imha eden bir süreci başlattı.
Eşitliğin Kurumsallaşması
İran'da lider olabilmek için erkek, molla ve belirli bir mezhebe mensup olmak zorunlu hale getirildi. Bu ayrımcılık yalnızca siyasi liderlikle sınırlı kalmadı. Kurulan İslam Cumhuriyeti'nin ilkelerine inanmayan veya pratikte onlara bağlı olmayan kişilerin devlet kademelerinde yer alması imkânsız hale getirildi. Anayasa Koruyucular Konseyi (AKK) gibi denetleme mekanizmaları ve güvenlik kurumlarının mutlak kontrolü, siyasal eşitliği tamamen ortadan kaldırdı. Devrim eşitlik iddiasıyla yola çıkmış olsa da, ortaya çıkan yönetim biçimi iktidarın, servetin ve saygınlığın eşit dağılmadığını ve bu idealin ortaya çıkan siyasal sistem içinde mümkün olamayacağını açıkça gösterdi. İran İslam Cumhuriyeti'nin çok yönlü sistematik eşitsizliği anayasal olarak koruma altına aldığını rahatlıkla söylemek mümkündür.
Özgürlük ve Ahlaki Ehliyet
İran Devrimi, insanın onurlu bir varlık olduğunu kanıtlayacak bir süreç olduğunu iddia ediyordu. Ancak devrim sonrası kurulan siyasal yapı, bu iddianın aksine, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan bir yönetim biçimi ortaya koydu. Devlet, yalnızca insanların nasıl yaşayacağına dair kurallar koymakla kalmadı, aynı zamanda bu kurallara uymayanları denetleyip cezalandırmayı da üstlendi. Bu durum, insanın ahlaki doğruyu anlama ehliyetinin olmadığını, kötülüğe ve bozulmaya yatkın olduğunu ve doğru ile yanlışı ayırt etme yetisinin düşük olduğunu varsayan bir anlayışı egemen kıldı. İnsan doğasını kusurlu gören bu yaklaşım, din adamlarını toplumun nasıl yaşayacağını belirleyen ve kontrol eden bir otorite haline getirdi. Sokaklar denetim altına alındı, insanların giyim kuşamı devletin sorumluluk alanına dahil edildi. Devlet, bireyin doğruyu ve yanlışı kendi iradesiyle belirleme hakkını elinden alarak, toplumu katı kurallarla yönetilen bir mekanizmaya dönüştürdü. Humeyni'nin "toplumu zorla cennete götürme" anlayışı çerçevesinde, kadınlar başta olmak üzere toplumun tüm kesimleri sıkı bir denetime tabi tutuldu. Baskıcı düzenin kurumsallaşmasıyla birlikte kırbaçlama, gözaltına alma ve dayak gibi şiddet yöntemleri sistematik hale getirildi. Sonuç olarak devrim, insanların onurunu yücelten değil, onları her gün aşağılayan bir yönetim biçimine evrildi.
Bağımsızlık Fetişizmi
Bu süreç, İran toplumunda bağımsızlık kavramına dair düşüncelerin de dönüşmesine yol açtı. Bağımsızlık, yalnızca kimlerin nasıl karar aldığıyla değil, alınan kararların ülke için ne anlama geldiğiyle de ilgilidir. Gerçek bağımsızlık, hamaset, saldırganlık veya başkalarının çatışmalarına taraf olmak demek değildir. Sırf dünyaya meydan okumak ya da komşularla kavga etmek bağımsızlık sayılmaz. Aksine, bağımsızlık esasen bir eşitlik arayışıdır. Saldırganlık, devrimi yayma çabası ve başka ülkelerde silahlı örgütler kurmak ise emperyal bir eğilimin tezahürdür. Kendi bağımsızlığını savunurken başkalarının bağımsızlığını yok saymak, gerçek anlamda bağımsızlık ilkesini aşıyor. İran toplumunda giderek daha fazla insan, saldırgan politikaların ülkeyi askerî bir hedef haline getirdiğini ve bunun aslında bağımsızlık ilkesinin ihlali anlamına geldiğini düşünmeye başlamıştır.
Devrim Başarılı Oldu mu?
Bu sorgulama sadece dinsel ideolojiye de has değildir. 1925'te iktidara gelen Pehlevi yönetimi, Fars/İran milliyetçiliği temelinde bir ulusal kimlik inşa etmeye çalışmış ve bu çerçevede İslam öncesi İran mirasını ön plana çıkarmıştır. Ancak bu girişim, baskıcı yönetim biçimi nedeniyle başarısız olmuş ve İran milliyetçiliğinin özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplum yaratma potansiyeline sahip olmadığı anlaşılmıştır. 1979 İran Devrimi ise, İslam ile özdeşleşen bir ideoloji çerçevesinde kurtuluş arayışını benimsemiştir. Ancak bu ideolojinin günümüze kadar özgürlük, eşitlik ve adaleti tam anlamıyla gerçekleştiremediği, yönetimin kendisi tarafından bile kabul edilmektedir. Bu durum, toplumu çeşitli çıkmazlara ve krizlere sürüklemiş, toplumsal dönüşüm için gerekli olan ütopik umudun yavaş yavaş kaybolmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, toplumda "kendi geleneksel imkânlarıyla ideal bir toplum kurmanın imkânsızlığı" düşüncesi yaygınlaşmış ve bu da mezhep ve geleneğin temsilcileri açısından toplumu yıkıcı bir krize sürüklemiştir. Gelinen noktada, öze dönüşçü kurtuluş arayışı ciddi bir darbe almıştır. Kurtuluşçu olarak ortaya çıkan gelenek, din, mezhep ve bunların temsil kurumları ideolojikleşerek hem kendi geleneksel bağlarını koparmış hem de baskı ve zorbalıkla geleneği toplumun imhası için kullanmıştır. Batı karşıtı öze dönüş ideolojisi ise farklı bir zorbalık biçimiyle tezahür etmiş ve kurtuluş arayışındaki siyasal öznenin yüzünü yönetimin arzulamadığı kıbleye dönmesine neden olmuştur. Mezhep, din, kültür ve gelenek bir kurtuluş aracı olmaktan çıkıp, mollaların oligarşik bir ideolojik despotizminin inşa malzemeleri olarak görülmeye başlanmıştır. Toplumda, özellikle genç kuşak arasında, dindarlıktan kopuş ve onun tezahürlerine yönelik saldırgan tepkilerin görünür olması şaşırtıcı değil artık. Mollalar artık itibarlı figürler olarak görülmemekte, sarık ise indirilmeye değer bir sembol olarak değerlendirilmektedir. 1979'dan farklı olarak toplum, yönetime tepki olarak Amerika ve Batı hayranlığına doğru evrilmektedir. |
|
|
Yorumlar |
| Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
| İran’ın Ermenistan desteğinin perde arkası ortaya çıktı... - 23/12/2025 |
| İran'ın güçlü bir Azerbaycan istemediğini ifade eden... |